21.Yüzyıl’ın başında dünya halkları daha da yakınlaşmaktadırlar. Uydu televizyonları, internet, uluslar arası uçuşlar ve nükleer teknik, biyoloji ve kimya alanlarındaki gelişmeler, bütün insanlığı ortak kaderin birbirine bağladığı deneyimini şimdiye kadar olmamış bir boyutta ortaya çıkarmaktadır. Karşılıklı bağımlılıklar artmıştır. Bir ülkede meydana gelen çevre kirliliği, komşu ülkelerde de aynı zararı vermektedir. Ulusal iktisatlar birbirleri ile bütünleşmekte ve yeni buluşlar üretim güçlerinin müthiş artışına neden olmaktadır. Onyıldan kısa bir süre içerisinde dünya gayri safî hasılası ikiye katlanmış ve dünya ticareti üç kat artmıştır. Enerji tüketimi nefes kesici bir hızla büyümektedir.
Sanayi ülkeleri sürekli büyüyen bir zenginliği biriktirirken, her gün yüzbinlerce insan yeterli gıda bulamadıklarından, yaşamlarını yitirmektedirler. Dünya Beslenme Örgütü FAO’nun verilerine göre oniki milyar insanı doyuracak gıda maddesi olmasına rağmen, her on saniyede bir çocuk açlıktan ölmektedir.
Açlık ve yetersiz beslenme barbar dünya ekonomik düzenin bir sonucudur. Kapitalizm, sürekli büyümeye muhtaçtır. Pazarlar ve hammadde kaynaklarını, askerî şiddetle de, feth etmektedir. İster Afganistan veya Çeçenistan olsun, ister Irak veya İran, Suriye veya Suudi Arabistan olsun, sorun özgürlük ve demokrasi değil, Yakın Doğu’nun ve Hazar Denizi ülkelerinin petrol ve doğalgaz kaynaklarıdır. Egemenlik ve etki alanları üzerine yürütülen gaddar mücadelede özellikle ABD, insan hakları ve Cenevre Konvansiyonu’nu ayaklar altına almaktadır. Uluslar arası hukuku bir yana itmekte ve saldırı savaşlarının her türünü yasaklayan normları tanımamaktadır. Yeni doktrine göre, tehdit altında olduklarını iddia eden ülkeler, başkalarına saldırı hakkına sahip olmaktadırlar. Bu vahşi kapitalizm dünyanın geniş bölgelerinde müthiş yoksulluğa ve terörizme neden olmaktadır. ABD terörizmle, binlerce suçsuz insanın yaşamına mal olacak şekilde, uluslar arası hukuka aykırı savaşlarla mücadele etmektedir. Bu şekilde şiddet spiralini hızlandırmakta ve terörizme yatkınlığı körüklemektedir.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla bir çok insanın umut bağladığı bir toplum düzeni başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Doğu Avrupa ülkeleri ve Sovyetler Birliği, bütün yurttaşlarına yaşam şansı ve iş verme uğraşlarında, Rosa Lüksemburg’un »Özgürlük hep farklı düşünenin özgürlüğüdür« ve »Demokrasi olmadan sosyalizm, sosyalizm olmadan demokrasi olmaz« maksimine uymamışlardır. Batılı ülkelerle karşılaştırıldıklarında, çok daha kötü olan ekonomik çıkış noktası ve pek etkin olmayan iktisadî sistem nedeniyle devlet sosyalizmi ülkeleri, halklarının yaşam standardını yükseltmek amacıyla Batı’ya aşırı derecede borçlanmışlardır. Bu sistemler toplumsal adaletin sağlanması, eğitim imtiyazlarının kaldırılması ve kadın eşitliğinin gerçekleştirilmesi konularında elde edilen tartışmasız ilerlemeye rağmen, bürokratik vesayete donmuş, ekonomik açıdan geride kalmış ve giderek yurttaşlarının desteğini kaybetmişlerdir.
Sosyalist toplum yaratma deneylerinin başarısızlığı, stalinizmin suçları ve tek parti diktatörlüklerinin haksızlığı, solu, kapitalist toplumun barbarlığını aşmak için yeni bir deneme yapmaktan alıkoyamaz. Özgürlük ve toplumsal adalet, demokrasi ve sosyalizm birbirlerini gerekli kılarlar. Demokratik-sosyalist toplumda ötekinin özgürlüğü kendi özgürlüğünün sınırı değil, temel şartıdır. Diğer insanları ezen ve sömüren insan da özgür değildir.
Özgür ve eşitlerin dünya toplumuna yönelik insanlık hülyası yaşıyor. Güney Amerika’da sosyalist başkanlar iktidara geliyor. Ülkelerinin hammaddelerinin uluslar arası tekeller tarafından daha fazla sömürülmesine izin vermek istemiyorlar. Demokrasi ve daha adil bir toplum istiyorlar.
Avrupa’da 20.Yüzyıl’ın sonunda sosyalist ve sosyaldemokrat partiler hükümet sorumluluğunu üstlenmişlerdi. Ancak giderek daha hırçın bir şekilde işleyen kapitalizmin önüne geçebilmek için çok zayıftılar. Bunun yerine istekli bir biçimde çok uluslu tekellerin ve uluslar arası malî piyasaların emirlerine boyun eğdiler. Yeni kurtarıcı mesajlar artık deregülizasyon, özelleştirme, demokrasinin kısıtlanması, şirket ve tekellere vergi hediyeleri ve sosyal hizmetlerin azaltılmasıydı. Başlangıçta sadece bir iktisat kuramı olan neoliberalizm, din yerine geçer oldu. Neoliberalizm, dilin ve böylelikle düşüncenin ahlâkını bozdu.
Neoliberal ideologlar sosyal devletin yeniden yapılanmasından bahsederlerken, sosyal devletin yıkılmasını kast etmektedirler. Geleceğe yönelen reformlardan konuşuyor, ama sosyal hizmetlerin azaltılmasını kast ediyorlar. İşten çıkarmalardan koruyan yasalar sulandırılmakta, toplu sözleşmeler delik deşik edilmekte ve kamusal varlık güvencesinin kurumları satılmaktadır. Giderek daha çok insan utanmazca sömürüldükleri veya kendi kendilerini sömürmeye zorlandıkları güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalıştırılmaktadırlar. İnsanlara korunma ve sosyal haklar verecek olan sosyal güvenlik sistemleri özelleştirilmektedir. Almanya’da bu gelişme, CDU/CSU, SPD, FDP ve Yeşiller’in birlikte karar altına aldıkları Hartz Yasaları ve »Ajanda 2010« ile zirveye ulaşmıştır.
Çalışma dünyası değişim içerisindedir. Üretkenliğin artmasıyla giderek daha fazla hizmet ve ürün, sayıları daha azalan çalışan tarafından yaratılmaktadır. Bu ilerlemeden herkes faydalanabilmelidir. Ancak tam tersi söz konusudur. Çalışanların stresi ve çalışma süreleri artmaktadır. İşsizler baskı altına alınmakta ve dışlanmaktadırlar. İstihdam piyasası esnekleştirilmekte ve çalışanlardan aşırı mobilite talep edilmektedir. Süreli çalışma sözleşmeleri, her an çalışabilir durumda olmak ve işyerine giderek fazlalaşan uzaklıklar aile ve toplum yaşamını zedelemektedir. Deregülizasyon ve esnekleşme ile birlikte sosyal bağlantıların ve yaşam dünyalarının çözülmesi, insanları değiştirmekte ve insanlarda yıkıcı potansiyallerin serbest kalmasına neden olmaktadır. Milyonlarca insan işsiz ve toplum tarafından gereksinim duyulmama duygusu içerisindedir. Tröst kârları ve varlık gelirleri hep yeni rekorlar kırarken, ücretler düşmektedir. İşsizlik paraları ve emeklilik aylıkları azaltılmaktadır. Bu gelişme ile bağlantılı olarak seçime katılım oranları gerilemekte ve sağcı partiler oy kazanmaktadır. Neoliberal dönüşüme uğrayan Almanya Sosyaldemokrat Partisi üye ve seçmen kaybetmektedir. Bir zamanlar barışı ve toplumsal adaleti savunan sosyaldemokrasi, CDU/CSU, FDP ve Yeşiller gibi uluslar arası hukuka aykırı savaşları, düşük devlet kotasını ve sosyal ağın sürekli kesilmesini onaylamaktadır.
Bölünmüş sol güçleri toplama zamanı gelmiştir. Sosyalist Birlik Partisi SED’nin devamı olan Demokratik Sosyalizm Partisi PDS değişmiştir. Bir çok yeni üye kazanmış ve demokratik sosyalist bir parti haline gelmiştir. Sol Parti olan yeni ismi bu değişimi yansıtmaktadır. Emek ve Toplumsal Adalet Partisi-Seçim Alternatifi WASG hayal kırıklığına uğrayan sendikacılar, sosyaldemokratlar ve sosyal hareketlerin temsilcileri tarafından kurulmuştur. 2005 genel seçimlerinde dört milyonu aşkın seçmen, Sol Parti ve WASG’ye yeni sol parti kurma görevini vermiştir.
DIE LINKE (SOL) kendisini, çeşitli politik ve sosyal kökenden gelen ve daha fazla toplumsal adalet için mücadele eden bir toplanma hareketi olarak algılamaktadır. DIE LINKE, tek bir insanın özgür gelişiminin, herkesin özgür gelişiminin şartı olacağı dayanışmacı bir toplum istemektedir. İçinde insanların köken ve ten rengine, din ve vatandaşlığına, cinsiyet veya cinsel tercihine bakılmaksızın eşit hak ve şanslara sahip olduğu açık bir toplum istemektedir.
DIE LINKE, daha fazla demokrasiye cesaret etmek ve temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesini istemektedir. Yurttaşlar, halk oylamaları ve benzeri araçlarla yaşam koşullarının şekillendirilmesine katılma olanaklarına kavuşmalıdırlar. Politik angajman kendisini sadece bir partiye üye olmakla değil, hükümet dışı örgütlerde ve sosyal hareketlerde çalışmakla da gösterir. DIE LINKE, parlamento dışı hareketlerin taleplerini üstlenecek ve onların politik karar süreçlerine katılımlarını destekleyecektir.
DIE LINKE, kapitalizmi eleştiren geleneksel örgütlerin hatalarını tekrarlamayacak ve kendisini küresel kapitalist sisteme bağlattırmayacaktır. DIE LINKE, üyelerinin bağış ve aidatları ile yasayla düzenlenmiş devlet teşviklerine dayanır.
Parlamento üyeleri, parti organlarının demokratik kararlarına ve seçim öncesinde verilen sözlere bağlıdırlar. Diğer partilerin temsilcilerinin tersine, tröstlerin ve iktisadî birliklerin lobicileri olarak çalışmazlar.
DIE LINKE; halkların barış içerisinde birlikte yaşamalarını savunur. Dış politikanın, barış politikası olmasını ister ve itilaflardan kaçınmak için önleyici politika talep eder. Piyasalar ve hammaddeler üzerine sürdürülen emperyalist savaşları kınar ve halkların kendi zenginliklerini kendilerinin kullanma hakkını savunur. Uluslar arası hukuka ve nükleer silah kullanmama sözleşmesine uyulmasında ısrar eder. Atom güçleri kendi nükleer cephanelerini boşaltmadıkları sürece, diğer devletler de atom silahları temin edeceklerdir.
DIE LINKE, demokratik sosyalizm taraftarıdır. Kapitalizm, tarihin sonu değildir. Yasa ve kurallar zayıfı, güçlünün keyfiyetinden koruyarak özgürleştirdiğinden, deregülizasyon yerine regülizasyonu savunur. Toplumun ahlâkî temel değerleri iktisatta da geçerli hale getirilmelidir. Yasa ve kurallar, sermaye değerlendirmesinin, Almanya Federal Cumhuriyeti Anayasası’nın talep ettiği gibi, toplum yararına mükellef olmasını güvence altına almalıdır. İktisatın ve varlık ihtiyatının anahtar alanları kamu mülkiyetine geçirilmeli ve demokratik kontrol altına alınmalıdır.
DIE LINKE, kadın ve erkeklerin eşit hale getirilmesi için mücadele eder. Kadın hareketini, politik kökenlerinden birisi olarak görür. Bu nedenle bireysel yasal haktan hareket eden sosyal güvenlik sistemleri için mücadele eder. Bu, sosyal, vergi ve çalışma hukuku için de geçerli olmalıdır. DIE LINKE, kadının ücret politikasında eşit hale gelmesini ister. Almanya’da kadınların daha az ücret almaları kabul edilemez.
DIE LINKE, Doğu ve Batı’da eşit yaşam koşullarının gerçekleştirilmesini ister. Düşük ücretler ve daha uzun çalışma süreleriyle işsizliğin aşılacağını iddia eden neoliberal tez, Doğu Alman eyaletlerindeki gelişmeler tarafından açıkça çürütülmüştür. İşsizlik yeni eyaletlerde, Batı’dan iki kat fazladır. DIE LINKE; Doğu ve Batı’daki insanların gelir, sosyal hizmetler ve emekli aylıkları konusunda eşit muamele görmeleri için uğraş verir. Doğu Almanların olumlu kültürel ve sosyal deneyimleri ile daha uzun süreli birlikte öğrenim görme, bütün Almanya’ya yayılmalıdır.
DIE LINKE, ücretli işin, çalışma sürelerinin kısaltılmasıyla ve öncelikle kamu alanı ile kamu tarafından teşvik edilen istihdam sektörü gibi, toplumsal yararı olan alanlarda işyerleri yaratılarak daha adil dağılımını ister. Herkese, çalışma yaşamına katılma olanağı veren bir iktisat düzenini savunur. Teşvik etmek istediğimiz klasik ücretli işlerin ötesinde yararlı işler olmasına rağmen, zorla işsiz bırakılma, yalnızlığa ve dışlanmaya yol açan bir şiddet eylemidir. Birlikte yaratılan zenginliğin dağılımı, ölü sermaye yerine, canlı emeği mükâfatlandırmalıdır. İskandinav ülkeleri örneğinde bir iktisat politikası, yüksek istihdam ile sıkı örülmüş bir sosyal ağı birbirleri ile bağlantılı hale getirir. Bu ülkelerde eğitime, araştırmaya ve kamusal altyapıya yapılan ortalamanın üzerindeki yatırım ve hizmet yetisi yüksek olan kamu hizmetleri, iyi ekonomik gelişmenin ve artan refahın temelini oluşturmaktadır. DIE LINKE, devlete görevlerini yerine getirme olanağını veren bir maliye ve vergi politikası taraftarıdır. Daha adil vergilerle yüksek gelirleri ve büyük varlıkları, devlet görevlerinin yerine getirilmesinin finansmanına katılmasını talep eder. En zengin Almanların para varlığının yüzde beşlik vergiye tabi tutulması, kamusal kasalara ek olarak her yıl yüz milyar Avro’nun akmasını sağlar.
DIE LINKE, kamu varlıklarını satan ve halkın malını elinden alan bir politikayı sona erdirecektir. Neoliberal özelleştirme yerine, eğitim ve sağlık, su ve enerji tedariki, şehir gelişimi ve konutlar, kamuya ait kitlesel ulaşım ile kültürün önemli bölümleri için toplumsal, yani devlet ve yerel yönetim sorumluluğu ister. Seçilmiş temsilciler yerel gereksinimin sağlanmasını şekillendirebilmelidirler. Kamu hizmetlerinde personel sayısının azaltılması işsizliği artırmaktadır. Diğer sanayi toplumları ABD, Büyük Britanya ve İskandinav ülkeleri- ile karşılaştırıldığında, çalışanların toplam sayısına oranla kamu hizmetlerinden en az insanın çalıştırıldığı ülke Almanya’dır.
DIE LINKE, sanayi toplumunun ekolojik yeniden yapılanması taraftarıdır: gelecek kuşakların yaşam temelini güvence altına alabilmek için sürdürülebilir bir iktisatı geliştirmeli ve atmosferi, suyu ve toprağı daha sorumlu bir biçimde kullanmalıyız. Hava ve suyun kirlenmesinde en fazla payı olan ileri sanayi ulusları, doğal kaynakları kullanım biçimlerini esaslı bir şekilde değiştirme yükümlülüğü altındadırlar.
DIE LINKE, nükleer enerjiden elektirik üretilmesini reddeder. Çevre, azalan ve pahalılaşan enerji taşıyıcıları üzerine verilen uluslar arası paylaşım mücadelesine kurban edilmemelidir. Enerji tedarikinin sorunları artmaktadır. Enerji herkes için ödenebilir ve kazanımı çevre koruyucu olmalıdır. Bu nedenle enerji iktisatı, kapitalist kâr düşüncesinin boyunduruğu altına girmemelidir. Enerji fiyatları devlet tarafından onaylanmalıdır. Çevre koruyucu enerji taşıyıcıları ve teknikleri, nükleer tekniğin ve adım adım da fosil yakıtların yerini almalıdır.
DIE LINKE, iktisat demokrasisi taraftarıdır. Bağımlı çalışanlar ve sendikaları aynı diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi politik grev, yani genel grev hakkına sahip olmalıdırlar. Çalışanların işletmelerdeki etki ve kararlara katılım hakkı genişletilmelidir. Bir işletmenin geleceği ile ilgili yaşamsal kararlar hakkında işletme çalışanları oylama ile karar verebilmelidirler. DIE LINKE, tam gün çalışanlar, güvencesiz işlerde çalıştırılanlar ve işsizler arasında yenilenen bir dayanışma anlayışı için uğraş verir.
Kapitalist iktisat düzeni, varlıkların bir azınlığın elinde yoğunlaşmasına neden olmaktadır. Dünya gayri safî hasılasının yarısını beşyüz tröst kontrol etmektedir. Ekonomik gücün bir arada toplanması, demokrasiyi tehdit eder. Demokratik meşruiyeti olmayan bir güç, toplumsal koşulları belirlememelidir. DIE LINKE, politikanın birincilliğini ister. Aşırı yoğunlaşan iktisat alanları yeniden çözülmelidirler. Bu nedenle tekel yasalarını sertleştireceğiz. Piyasa ve rekabet etkisini ancak böyle geliştirebilir ve toplumsal refahı artırabilirler. Piyasa ve rekabet sadece etkin bir iktisata yol açmakla kalmaz, iktisadî kararların desantralizasyonuna ve böylelikle ekonomik gücün sınırlanmasına yol açarlar. Bu nedenle DIE LINKE, 10 milyon Avro’dan az ciro yapan toplam 2,9 milyon işletmenin ve Almanya’da on kişiden az çalışanı olan bir milyondan fazla küçük işletmenin teşvik edilmesinin öncelikli hale getirilmesini ister.
DIE LINKE, sosyal hak budanımına karşı direniş gösterir. Sosyal devleti iyileştirmek ve sosyal güvenlik sistemlerini, değişen çalışma dünyasının geleceğinin gereklerine karşı ayakta durabilecek şekilde yenilemek ister. Yenilenme, tüm gelir türlerinden alınacak kesinti ile finanse edilecek yurttaş sigortasını temel alır. Yurttaş sigortasıyla, emeklilik güvencesi yeniden sağlam ayaklar üzerine oturtulabilir. Emeklilerin yaşlılıkta yoksullaşmalarının engellenmesi ve yaşlılıkta, giderek adil olmayan bir gelir dağılımına karşı mücadele, merkezî planda yer alır. Yasal asgarî ücret ve yaptırımsız sosyal temel güvence, güvenlik sistemlerine yeterli sürede ödemede bulunmamış olanlar da dahil, herkese insan onuruna uygun bir yaşamı olanaklı hale getirebilir. İşsizlerin korunma hakları genişletilmelidir. DIE LINKE burada kendisine demokratik sosyal devleti klavuz alır ve yoksulluktan koruyan ve demokrasiye katılımı olanaklı hale getiren sosyal asgarî standartlar için mücadele eder.
DIE LINKE, eğitimde fırsat eşitliği taraftarıdır ve her türlü elitist dışlamaya karşıdır. Çocuk yuvasından, yaşam boyu süreç olarak öğrenime kadar bütün kurumsal, maddî ve kültürel çerçeve şartları, herkesin kendi beceri ve yeteneklerini geliştirebilecek ve kullanabilecek bir biçimde şekillendirilmelidir. DIE LINKE, küçük çocuk eğitimine, ücretsiz çocuk yuvalarına ve tam gün çocuk yuvalarının öğrenim standartlarına daha fazla yatırım talep eder. Bunlar, çocukların okula başlamadan, kökenlerinden bağımsız eşit öğrenim koşullarını elde etmelerini güvence altına almalıdırlar. DIE LINKE, üç aşamalı okul sisteminin terk edilmesi ve yerine bütünleştirici tüm okul sisteminin yerleştirilmesi için uğraş verir.
DIE LINKE, bilgilenme özgürlüğünü savunur. Kitlesel iletişim araçları üzerinde kurulacak her türlü tekele karşı çıkar. Kamu radyo ve televizyon yayınlarının güçlendirilmesi ve yurtiçi basın özgürlüğünün genişletilmesi ile basın ve kültürel çeşitlilik teşvik edilmelidir. Yayıncı ve politik güçlerin içiçe geçmesi, demokrasi için tehdit unsurudur. Bilgilerin üretimi, dağılımı ve kaydı tekellerde yoğunlaşır ve insanlığın kolektif hatırası yazılı veya audio-visüel olarak özelleştirilirse »Enformasyon Kapitalizmi« sıradan bir fiksiyon olmaktan çıkar, tehdit edici gerçek haline gelir.
DIE LINKE, birleşmiş bir Avrupa ister. Bu vizyonun sadece sosyal devlet temelinde gerçekleşeceği bilincindedir. Avrupalıların birlikte yaşamı, temel hak ve özgürlükler, ücretler, sosyal hizmetler, vergiler ve çevre korunması konusunda asgarî standartları belirleyen, »Dumping-Rekabetini« yasaklayan antlaşmalar ve yasalarla düzenlenmelidir.
Politik itilafların ve toplumsal mücadelelerin Avrupa’lılaşmasına verilecek olan yanıt, neoliberallerin Avrupa’sına karşı politik alternatifler geliştiren Avrupa Sol Partisi’dir.
DIE LINKE, yerel meclisler ve eyalet parlamentolarında, Federal ve Avrupa Parlamentosu’nda ve parlamento dışı hareketler içerisinde hedefleri için mücadele eder. Neoliberal politikaya karşı çıkar ve hegemonyasını kırmak ister. Bunun için devrin zihniyetini değiştiren bir politika gereklidir. Protesto, şekillendirmeye katılım ve kapitalizmin ötesindeki alternatifler, solun çalışmalarında stratejik bir birlik oluştururlar. DIE LINKE, insanların yaşam koşullarını iyileştirebilir ve alternatif gelişme yolları açabilirse, hükümet sorumluluğunu üstlenir. Ama, başka partilerle sadece ilkeleri temelinde koalisyona girer. Kamusal gereksinim kurumları özelleştirilmemelidirler. Federal, eyalet düzeyinde ve yerel yönetimlerde personel azaltımı genel olarak durdurulmalı ve sosyal hizmetlerin azaltılması engellenmelidir.
Sermayenin egemenliğine karşı, demokratik ilerleme ve büyük bir çoğunluğun yaşam şartlarının iyileştirilmesi ancak geniş bir reform birliği ile sağlanabilir. İplerinden koparılmış, neoliberal kapitalizme karşı bütün dünyada direniş şekillenmektedir. Almanya’da da, insanların daha barışçıl, daha adil, daha ekolojik ve daha sosyal birlikte yaşamalarını isteyen herkes, yeni sol partinin oluşumuna omuz vererek katılmaya davetlidir.