WASG ve Linkspartei.PDS kendilerini parti olarak fesh edip, solun Almanya’da yeni bir politik partisinin kuruluş yolundaki son engelini de kaldıracaklar. 2007 yazında da »Die Linke.« [Sol] adlı partinin ortak kurultayı yapılacak.
Diğer Avrupa ülkelerindeki sol için de hiç te önemsiz olmayan bu adımın atıldığı andaki politik ve ekonomik çevre, başlangıç konstelasyonundan bu yana hayli değişti. Bu bir yanda genel durum için de geçerli:
- ABD’nde güç dengelerinin, Demokratların Kongre’nin iki odasındaki çoğunlukları sonucunda değişmiş olması, neoliberalizmin uluslararası hegemonyasını etkileyecek; bu hegemoni kırılgan olacak. Gerçi bu, Bush-Yönetiminin savaş politikasının hemen durdurulması anlamına gelmeyecek, ancak yönetim gerek iç, gerekse de dış politikda daha yoğun bir baskıya maruz kalacak. Asgarî ücretin 7,25 Dolar’a çıkartılmasına yönelik girişimler sonucunda dağılım koşullarında görülen vurgu kaymasının belirtileri, politik etkileri açısından küçümsenmemelidir. Ayrıca sürmekte olan bu konjonktür safhasında ABD ekonomisinin orantı farklılıklarının makul bir dengelenmeye kavuşmaları da pek yadsınamaz.
- Almanya’daki politik başlıklar da Kırmızı-Yeşil Hükümetin son dönemindekilerden farklıdırlar: sürmekte olan konjonktürel ivme, bir milyon kişilik yeni istihdam, işsizlik oranının düşmesi, yüzde 3’ü bulan ilk ücret artışı antlaşmaları, yasal asgarî ücret ve malî piyasaların regüle edilmesine tekrar dönüşün olası zorunluluğu üzerine yürütülen tartışmalar gibi. Gerçi tüm bunlar kapitalizmin ne burada, ne de başka yerlerde devam eden neoliberal dönüşümünün son bulması anlamını taşımıyor, ama gerek CDU/FDP ortaklığının neoliberal çizgisine, gerekse de »aktive edici devleti« sosyal açıdan ehlileştirmek isteyen Kırmızı-Yeşil Koalisyonuna çoğunluk vermeyen seçmen kararı, hem muhafzakâr hıristiyan demokrat, hem de sosyaldemokrat cephedeki politik sınıfların bazı kesimlerini hâlen etkilemekte ve rota ayarına yol açmaktadır. Muhafazakâr cephe ile sosyaldemokrat cepheyi sıkıştıran, malî piyasalar kapitalizminin yapısal gelişmini çözemeyen neoliberal politikalarının sonuçlarıdır: CDU’nun Rüttgers veya von Beust gibi bazı temsilcileri ile sermaye çevrelerinden bir kesim, örneğin lük otellerde çalıştırılan temizlik işçilerine verilen açlık sınırındaki ücretler gibi utanç verici gerçekleri dile getirmekte ve kendi hegemonya yetilerinin tehlikeye düştüğünü fark etmekteler. Ve SPD içerisindeki aktörler de, neo-sosyaldemokrat »aktive edici politikalara« hiç bir şekilde yaramayan Hartz Yasaları politikaları sonucunda süregenleşen güven kayb ının etkilerini yavaş yavaş hissetmekteler. Sosyaldemokrasi, ne kadar retorik bir kullanım olursa olsun, asgarî ücret politikalarını savunmakla, ücrete dayalı gelirlerin dağılım koşulları içindeki yapısal dezavantajının kökleşmesine bir şekilde reaksiyon göstermekte ve kendisi için, eskiden olduğu gibi hâlen önemli olan orta tabakaların stratejik güvensizliklerini azaltabilmek için belirli tutunma çizgileri çekmektedir.
Diğer tarafta: büyük koalisyonun her iki aktörünün de başardıklarını iddia ettikleri politik çerçeve koşullarının iyileşme belirtileri, halkın yaklaşımında ve mentalitesinde derin bir değişim olduğuna işaret etmemektedir [1]. Geniş kesimler hâlen güvensizlik içerisinde, aşağılara kayma ve gelecek korkusunu taşımaktadırlar. Politikanın şekillendirme yetisine karşı derin bir güvensizlik ve demokrasinin temsilcilik yapılanmalarına karşı mesafe gösterilmesi hakim durumdadır (seçimlere katılmama, politik partilerin üye kayıpları, sivil toplum örgütlerinin sınırlı aktivite etme potansiyelleri v.b.).
Politik sınıfın aktörleri, uzun bir süreden bu yana devma etmekte olan »demokrasinin içinin boşaltılması« sürecini değiştirmekten uzaktadırlar. Hâlen burjuva toplumları hukuk ilkelerinin uluslararası hukuk, güvenlik, halk oylamaları veya parlamenter saydamlık gibi bir çok noktalarında zedelenmeler devam etmektedir. Günümüz malî piyasalar kapitalizminin güvensizliğe dayalı ekonomi politiği, politik sistemde kendilenleşmeye ve profesyonel dışındalanmaya [Exklusion] yol açmakta ve böylece demokratik temsilciliğin yapılanmalarında »pasiflik krizinin« (Sennett) biçimlerini üretmektedir.
Burada, ekonomi ve politika arasında bir ülkenin politik kültürünün şekillendirilmesi için stratejij açıdan anlamlı bir bağlayıcı fonksiyon alan sendikalar, belirleyici rol oynamaktadırlar. Sendikaların şu andaki, dizginsizleştirilmiş ve esnekleştirilmiş kapitalizm karşısında aldıkları defansif konumları, politik görevlerini üstlenmelerini ve ücretli emek kültürünün politik alan ve demokratik kamuoyunda temsil edilmesini zayıflatmaktadır. Buna karşın sendikaların »revitalize edilmeleri«, sosyaldemokrasinin son yıllarda bağımlı çalışanlar lehine olan sosyal içeri çekme politikasından [Inklusionspolitik] uzaklaşmış olduğundan, demokratik ve sol politikanın güçlendirilmesi için belirleyici olan faktörlerden birisidir. Sosyalbilimci Sennett bu konuda düşüncesini şöyle toparlamakta: »Sendikal hareketin yenilenmesi için uğraş vermenin nedeni işte budur. Sendikalar kendilerini ulusallıktan kurtarabilir ve asıl hedeflerinin ne olduğunu tekrar gözden geçiren esnek örgütlerin olgunluğuna kavuşbilirlerse, içlerinden, erkin birisi kapitalist şirketlerden oluşan iki biçimi arasındaki güçler dengesini kurumsal olarak korumanın ötesine geçebilecek şekilde daha fazla hedefe yönelik ve spesifik eylem biçimlerinin çıkabileceği alana dönüşebilirler.« [2]
Günümüzün teşhisi
Almanya’da »sosyalist solun yeniden icat edilmesi« olanaklarını, sendikacıların, eski sosyaldemokrasi taraftarlarının, küreselleşme karşıtı ve parlamento dışı hareketler ile sosyaldemokrasinin ötesindeki solun, Kırmızı-Yeşil Hükümet politikalarının neoliberal düşünceye taviz vermesi sonucunda artan »pasiflik krizine« karşı gelişen demokratik huzursuzlukları ile ortaya çıktı.
WASG’nin oluşması ve »yaşayan ölü« PDS’in yeniden yaşama dönmesi, işte bu durumun bir göstergesiydi ve belirli bir süre için burjuva demokrasisinin neoliberal kapitalizm koşulları altındaki »pasiflik krizini«, komplike bir öğrenme sürecine, sekterliğin ötesindeki bir yeni politik kültüre, sendikacıların, eski sosyaldemokratların, solcu yeşillerin ve Attac içindeki bazı kesimlerin yeni bir ittifak konumuna ve değişen bir PDS ile birlikte, yeni bir sol partinin kurulmasına dönüştürebildi. Ve bu ülkedeki sol, profesyonel politika alanında, yüzde sekizlik oy oranı, üye aidatlarıi seçim giderlerinin geriye ödenmesi ve politikacı maaşları ile 2005 sonundan itibaren »Federal Parlamento’da Die Linke.« adı altında, 350 kişiyi çalıştıran bir işletmeye sahip oldu.
Şimdi oluşturulmakta olan, bunun ortak partiden oluşan altyapısıdır. Bu oluşumun, WASG ve Linkspartei.PDS içerisindeki çeşitli akımların ortak, politik kültür dolu öğrenme süreci, ideal tip olarak »öğrenen örgüt« biçiminde devam edeceği söylenmekte. Ancak bu söylem kısmen doğrudur. 1970li yılların sonlarında / 1980li yılların başlarında, Federal Alman fordizminin öğrenim sistemindeki açılma sürecinin ve başarısız olan Brandt SPD’sinin »daha fazla demokrasiye cesaret«inin etkilerinden uzun süre faydalanabilen Yeşiller’in oluşma sürecinden farklı olarak, yeni sol partinin biçimlenme süreci, demin anılan pasiflik krizinin aşılması ipoteğini taşımakta ve yeni oluşmakta olan partiye, parlamentodaki temsilciliğin ağırlığı altında çalışma zorunluluğunu yüklemektedir. Bu sorunların çözümü için politik çalışmada ve toplum ile eyaletler düzeyindeki kamu etkisi olan iletişimde ve eğitim çalışmaları ile yereldeki »parti yaşamının« aktive edilmesinde gerekli olan bir metodoloji bulunamamıştır.
Üstesinden gelinmesi gereken bu görevlerin yanısıra büyük koalisyonun kurulduğu dönemde başlayan politik ve ekonomik koşulların değişimi de göz önünde tutulmalıdır. WASG ve Linkspartei.PDS yönetim kurullarının ve özellikle Federal Parlamento’daki meclis grubunun merkezî zayıflığı, bu değişimleri yeterince dikkate almamak, bunları ele alıp gerek içe, gerekse de dışa yönelik olarak stratejik iletişimde kullanmamak, kendi üyeleri ve potansiyel seçmenleri için yorumlama yardımları sunmamak ve 2005’deki politik senaryoları bilinçsizce devam ettirmektir. Ekonomik ve politik değişimlerin yorumlanmasını ve böylece hegemoni olanaklarını karşı tarafa bırakırsanız, esasen kendi sıralarınızdaki pasifliği ve içeriksizliği, yönlenme yardımı aranmadığından, uzatmış olursunuz. Bu da, parti kuruluş sürecini takip etmesi gereken programatik ve gündelik politik sorunlar üzerine yürütülecek canlı tartışma sürecini pek teşvik etmez.
Buna karşın yeni bir »sosyalizm tartışmaları« öne çıkmaktadır. Bu tartışma uluslararası kontekste Latinamerika’nın Brezilya, Arjantin, Bolivya v.b. gibi ülkelerinde neoliberal hegemonyanın mevzii kaybetmesinden ve Hugo Chávez’in Venezüela’sındaki gibi politik sol yönelimden beslenmektedirler.
Diğer yanda WASG ve Linkspartei.PDS arasında sürmekte olan yüzeysel program tartışması, genellikle Berlin ve Doğu Almany eyalet parlamentolarındaki »son derece uyanık reel politika hayalcilerinin« [3], 17 yıllık PDS-tarihinin vazgeçilmez mirası olarak ortak programa sokulması talep edilen »demokratik sosyalizm« konusuna yoğunlaşmaktadır. Peki, bu yoğunlaşma, hem kendi sıralarında pasiflik krizinin arttığı, neoliberalimdeki kırılmalara yönelik günümüz teşhislerinin eksik olduğu, ABD’nde değişim olasılığının var olmaya başladığı, hem de burjuva cephesinde kriz göstergeleri ile SPD’de sol tandasların görüldüğü bir durumda yardımcı olabilecek midir? Gelin, parti kuruluşu ile bağlantılı olarak söz konusu olan politik müdahaleleri bir gözden geçirelim.
21. Yüzyıl’da sosyalizm
Yeni sol partinin şu andaki biçimlenme süreci tarihsel bir örneği takip etmemekte, aksine spesifik ve zaman açısından sıkışık koşullar altına devam etmektedir. Uzun vadeli, ortaklaştırılmış politil, mentaliteye ve dünya görüşüne uygun sosyalizasyon süreçleri eksiktir. Daha çok farklı kültürel muhitlerin, politik akımların çoğulculuğunun ve bir kısım profesyonelleşmiş bireysel aktörlerin birlikteliği söz konusudur. Bu da politik ve programatik irade oluşumunun kanallarını belirlemektedir. Bu açıklık, kendisini örneğin Oskar Lafontaine’in »Herkes için politika. Adil bir toplum için tartışma yazısı« (Berlin 2005) başlıklı metninde göstermektedir. Lafontaine’in kısaltılmış programatik esaslarında, »egemen kapitalizme yönelik tüm eleştirileri« göz önünde tutarak ve başarısızlıkla sonuçlanan devlet sosyalizmini değerlendirirek şunlar yazılıdır: »Tabii ki esas itibariyle kapitalist düzenden farklı başka iktisat düzenleri tasavvur edilebilir. Ancak bunların bugün Batı dünyasında reel bir temeli yoktur ve politika realitenin temelini terk etmemelidir. Gelecekteki kuşaklar kapitalist esaslara göre mi iktisat edeceklerine, yoksa daha iyi alternatifleri mi arayacaklarına karar verebilirler. Benim kuşağım için se karar çoktan verilmiştir: 1990’a kadar “reel var olan” devlet sosyalizmi kesinlikle iyi bir alternatif değildi ve şu anda hiç bir yerde esas itibariyle daha iyi olan gözükmemektedir. Bu nedenle politik olarak kapitalist iktisat düzeninin yıkılması için değil, aksine onun sosyal yönlendirilmesi, piyasaların herkesin lehine düzenlenmesi için mücadele ediyorum. Ve aynı zamanda, kapitalist iktisat düzeninden, kapitalist toplum düzeni, hele hele kapitalist yaşam düzeni olmaması için.« Kapitalizm’de piyasa »adaletle ilgilenmediğinden... piyasaya ahlakî anlam verebilecek düzeltmeler gereklidir« [4] demektedir.
Gregor Gysi’de »Tarihin sonu mu? Modern bir sosyalizmin fırsatları üzerine« [5] başlıklı tebliğinde, kapitalizm eleştirisinin geniş kuramsal yapısını ve ilk adımda »piyasa ekonomisinin toplum yatağına konulması« sonucuna varan bir konsept sunmakta. Gysi önce Gramsci’nin »pasif devrim« analizinin yardımıyla, Marks’ın ekonomi politiği eleştirisinden kapitalist üretim ilişkileri karakterine esaslı bir kavrayışı anımsatıyor: Bu [ilişkiler] »katı kristal« (Marks) gibi değil, aksine özellikle günümüzdeki gibi dönüşüm krizlerinde olağanüstü elastikî ve yeni tarihsel meydan okumalara uyum sağlama yetisi gösteren [ilişkiler]dir. Bu kavrayış [Einsicht] sol içerisinde gerek kapitalizm değerlendirmesinde, gerekse de sosyalist dönüşüm perspektifinde dikkate alınmalıdır. Gysi 1989’un »modern sosyalizm projesi« [6] tezlerine el atıp, sosyal filozof Habermas ile bağlantı kurarak, burjuva modernliği ve kapitalist ekonomik modernleşme süreçleri arasın fark koyuyor ve günümüz kapitalizminin, burjuva döneminin kurtuluşçu kazanımlarını koruyacak ve fecî momentlerini aşacak şekilde sosyal öğrenme süreçleri içinde değiştirilmesini savunuyor. »Bu, hemen hemen Marks’ın sosyalist toplum tasavvurlarına uymaktadır.« [7]
Gysi »modern sosyalizmden« şunu anlıyor: »Ekonomik modernliğin yabancılaşma potansiyellerini sürekli olarak bulma ve nötrleştirme denemesi. [Modern sosyalizm] böylelikle genel olarak konulmuş bir otonomi projesinin parçasıdır. Diğer tarafta ise, hukuksallığı ve demokrasiyi suçlu gören aşırı modernite eleştirisinde bulunan bir sosyalizmin de otonomiyi tehdit edeceği açıktır.« Böylesi bir otonomi projesini günümüzde tehdir eden, neoliberal dizginsizleştirilmiş (malî) piyasaların yabancılaştırma potansiyelleridir. Ancak bunların Habermas’ın dediği gibi veya Lafontaine’in savunduğu »ahlakî anlam verilmesi« ile düzeltilebileceği, demokrasinin içinin oyulduğu ve politik apati döneminde son derece şüphelidir. (...) Gysi de çekingen durmakta ve önce 1970li/1980li yıllardaki gibi »belirli bir düzenleme seviyesi« talep etmektedir: »Solun talep etmesi gereken, sosyaldemokrat politikadır, sosyalist değil.«
Bu işlemeyecektir. Yeniden düzenlemenin [Re-Regulierung] bugünkü bağlantı noktası fordist ilişkiler olamaz, aksine günümüz malî piyasalar kapitalizminin yeni kalitesi olmak zorundadır [8]. Sermaye ve varlıkların hızlanan birikimini engellemek ve topölumsal tasarruf oluşum biçimlerinde anlamlı yatırımları gerçekleştirmek ile büyük sermaye topluluklarının işletmelerdeki safî hasıla süreçlerine ve bunların finansmanına el atmalarını geri püskürtmek, uluslararası alanı da içeren kalifiyeli ve ileri giden yeni düzenlemeleri gerekli kılmaktadır.
Solun hassas olduğu »piyasasız toplum mu, piyasalı mı« konusunda Gysi çok açık bir pozisyon alıyor: Piyasalar kendilerini yok ettirmezler ve hayli etkin olduklarını kanıtladılar. Piyasasız bir toplum, devlet sosyalizminin yanlış gelişmelerine geri dönme tehlikesini içerir: »Özgür kooperasyonlar, sadece kooperasyona katılanların morali ile istikrarlı olacaklarından, devlet bürokrasisinin eylem koordinasyonu ile işe karışması tehlikesi söz konusudur.« Ancak Gysi, düzenlenen piyasaların yanısıra, örneğin işletme düzeyinde iktisat demokrasisi yapılanmalarının [9] oluşturulmasıyla daha da ileri giden otonomi kazanımlarına değinmiyor. Aslında burada modern bir sosyalizm konseptinin, gelişmiş kapitalizmde artan otonomi kazanımını ve emekte yüksek öznelliği neoliberal »atomize olmuş bireylerin sorumluluk retoriğine« bırakmayan ve tam tersine toplumsal üretkenliğin sahiplenilmesi perspektifiyle, kapitalist sermaye oluşum emrini çalışanların geri püskürtebileceğini gösteren çıkış noktaları bulunmakta. Emek içerisinde ve dışında öznenin yetkinliğinin ve katılımının güçlendirilmesi, politikanın üreticiler ve tüketiciler olan yurttaşlar tarafından sahiplenilmesini teşvik edebilir.
Sol partinin program tartışmalarına ve kuruluş sürecine giren »21. Yüzyıl’da sosyalizm« tartışmalarının yankısı ise, uluslararası arka plan ve özellikle Latinamerika ile Hugo Chávez’in Venezüela’sındaki »bolivarcı süreç« ile bağlantılı ele alınmadan anlaşılamaz.
»21. Yüzyıl’ın sosyalizmi. Küresel kapitalizmden sonra iktisat, toplum ve demokrasi« (Berlin 2006) başlıklı kitabıyla [10] dikkatleri çeken Heinz Dieterich, WASG ve Linkspartei.PDS arasındaki parti oluşum sürecini »bir dünya tarihsel konteksi« içerisinde ele alan kişi oldu [11]. Dieterich, »yeni zamanların en önemli askerî diyalektik kuramcısı Carl von Clausewitz«e istinad ederek, »en güçlü partisel güç grubu« olduğunu söylediği meclis grubuna ve »parti oluşum sürecinin güç politikalarında belirleyici olan önder kişilikleri« Gysi ve Lafontaine’e, stratejik opsiyon ve tarihsel sorumluluk olarak, yeni sol partinin kuruluş sürecinde »Hugo Chávez’in Venezüela’da yaptığı gibi, kuantum zıplaması için aynı cesareti göstermelerini« öneriyor. Bunu yapabilmenin yolu olarak da, sol içerisindeki üç ideolojik akımı tarihsel sosyalizm taraftarlarını, sosyalist veya kapitalist piyasa ekonomisi taraftarlarını ve 21. Yüzlyıl’ın antikapitalistlerini - »Eurokomünizmin metafizik konstrüksiyonlarını anımsatan neoliberal sol piyasa fetişizmini« geri püskürtmekten geçtiğini söylüyor.
Dieterich, »ancak burjuva ordusunun yok edilmesiyle kırılabilecek ve plutokratik formel demokrasi, egemen sınıf ve sınıf devletiyle bir bütün oluşturan« piyasaya egemenli politikası çerçevesinde daraltılmış bir bakış açısıyla bakıyor. Dieterich, gelişmiş sermaye koşullarının son derece farklı ilişkilerini, sermayenin metropelleri için artık tarihsel olarak geride kalmış ve uygun olmayan »hareket savaşı« ve »kış sarayı taarruzu« kategorileri içine sıkıştırıyor. Modern kapitalist ekonomiler, piyasaların kendiliğinden üretmeyeceği sosyal, politik ve kültürel koşullara bağlıdırlar. Tam da burada Marks’ın ekonomi politiği eleştirisindeki, »piyasanın« kategorisinin, temel olan toplumsal kombine güçlerinin ve reprodüksiyon bağlantılarının sadece en üst, görülebilir tabakasını gösterdiğine dair karakterize edişi pratikte gerçekleşmektedir. Dieterich, piyasanın »eşit olmayan (asimetrik) sermaye birikiminin ekonomik karar tekeli olduğunu« tespit edişiyle, sermaye devir daiminin bağlantılarını tersyüz etmekte. [Karar tekeli] toplumsal olarak üretilen artıdeğerin sahiplenme yapılanmalarında ve dağılım ilişkilerinde temellenmektedir. Artıdeğerin müthiş büyüklüğü ise, artan emek üretkenliği ve varlık ile mülkiyet hakları lehine olan orantısız dağılım karşısında, günümüz shareholder kapitalizminin sosyalist dönüşüm konseptinin merkezî çıkış noktası olmalıdır. Dieterich ise böylesi bir dönüşümü, içinde »kapitalist piyasa ekonomi ile sosyalist eşgüdüm ekonomisinin [Äquivalenzökonomie] yan yana yaşamasını leninci çifte güç« olarak nitelendirildiği »tarihsel ölü diriltmenin« (Marks) eskimiş kostümleri içerisinde yürütüyor.
Politik çalışmanın usul bilgisi
Böylesi bir »geçmişin hayaletlerini çağırmaya« (Marks) karşı, geçen yüzyılın, işçi hareketinin bölünmüşlüğünü yansıtan gûya kesin bilgi ve sözde politik yönelim olduğu ileri sürülen ideolojik akımlarını geride bırak ve politik kara gücü, kollektif müdahale olanakları ve öznel eylem olanaklarının genişletilmesi yetisini sağlayacak bir politik çalışma usul bilgisi yardımcı olacaktır. Bunun için hâlâ şu geçerlidir: »Demek ki şiarımız: bilincin reformu, dogmalarla değil, aksine, ister dinî, isterse de politik olarak görünsün, mistiğin, kendi kendisinin bilincinde olmayan bilincin analiziyle, olmalı« (Marks). Neoliberalizmin kendisi, modern gündelik bilincin içine güçlü ideolojik diskursların geri dmnüşü için durmakta ve kendisini bir »ekonomik gündelik din« haline getirmektedir. Ancak [neoliberalizm] »yukarıdan gelen bir ideoloji« olmadığından ve değişen çalışma yapılanmaları ve örgütleri içerisindeki canlı emeğin öznel kısımlarına yüklendiğinden, direnişçi ve kollektif aydınlanma ve öğrenme süreçlerinin örgütlenmesi olanaklıdır.
Buradaki stratejik meydan okuma, sosyal güvencenin yeni kalitesine yönlenme ve inklüsyon ile farklı protesto potansiyellerinin ağının oluşturulmasına ulaşmaktır. Neoliberal yönetimin toplumu parçalayıcı sonuçları karşısında, sendikaların kapitalizmi tekrar medenîleştirme [Rezivilisierung] uğraşları ile yeni sosyal hareketlerin »karşıt hegemoni« projeleri birleştirilmelidir. Burada ise modern sosyalist politika için, hegemoni fabikadan çıkar tezine basit bir dönüş olmamalıdır. Aynı şekilde, ücretli emeğin krizini yeni bir »proletarya« oluşturuyor [12] diye yorumlamak da tek yanlıdır.
Kendi sıralarımızdaki programatik tartışmanın teşvikinde uzun vadeli opsiyonlarla, tek tek işletmeler ve genel anlamda toplumsal seviye arasında yeni bir konneks oluşturabilmesi olanaklı olacak şekilde, geçiş süresi talepleri politikasının, kalifiye yeni regülasyon sistemleri ile bağlantılı hale getirilmesi denenmelidir. Malî piyasalar kapitalizminin baskıları altında böylesi bir »kapitalist üretim tarzının değiştirilmesi« (Marks) yönüne atılabilecek adım, sosyal ilerlemenin geriye feth edilmesidir: »Malî iktisat, emek toplumuna yeni bir ivme katmaya yardım edecek şekilde politikanın etkilemesi gereken bir maniveladır. Toplum, neoliberal finans doktirinin Shareholder-value örtüsü altında yanlış yola soktuğu tasarruf sermayesinin kullanımı üzerindeki kontrolü eline almalıdır. Ancak bu kontrol, sadece şirketin tanımlanmış kollektif çıkarlarca yönetildiği ve demokratik katılım girişimleri ile desteklendiği bir kurum olması durumunda etkin olacaktır.« [13]
Christoph Lieber, »Sozialismus« dergisi redaktörüdür. Bu yorum »Sozialismus« dergisinin 3/2007 tarihli sayısında yayımlanmıştır.