AET’nun altı hükümet tarafından kurulmasından 50 yıl sonra günümüzün 27 üyeli Avrupa Birliği, 1950li yıllarda Avrupa yurttaşlarının düşündüklerinin tam tersi haline geldi. Gelişmiş sosyal devletlerin ekonomik açıdan güçlü bir barış birliği yerine, alametlerin kitlesel işsizlik, artan eşitsizlik ve içe ve dışa yönelik saldırganlık olan piyasa radikali bir egemenlik bloku oluşmaktadır. 300’ü aşkın Avrupalı iktisat bilimcisi tarafından desteklenen bu yılki EuroMemorandum iktisadî ve sosyopolitik yanlış gelişmeleri analiz etmekte ve alternatifler için önerilerde bulunmaktadır. EuroMemorandum »Avrupa’da Alternatif bir İktisat Politikası için Avrupalı İktisat Bilimcileri Çalışma Grubu« tarafından yayımlanmaktadır.
Giriş: Avrupa’nın neoliberal yapılanması devam ediyor
AB bir kaç hafta içerisinde Almanya’nın Dönem Başkanlığı atında Roma Sözleşmeleri’nin 50. yıldönümünü kutlama hazırlıklarına başlayacak. 1957 Mart’ında imzalanan bu sözleşmelerle Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kurulmuştu. Resmî kutlama konuşmalarında bir tarafta altı Batı Avrupa devletiyle Soğuk Savaş döneminde başlayan ve Doğu Avrupa sosyalizminin yıkılmasından sonra Batı ve Doğu Avrupa’dan 27 üyeli güçlü bir birliğe dönüşen AB’nin »dünyanın en fazla rekabet yetisine sahip iktisadî alan« olabilme potansiyeline vurgu yapılacak. Diğer taraftan da, birliğin dünyadaki iktisadî ve politik pozisyonunun ABD’nin hâlen süren egemenliği, Çin ve Hindistan gibi yeni güçlerin ortaya çıkması ve sert küresel rekabet nedeniyle tehdit altında olduğu söylenecek. Hatta büyük bir olasılıkla konuşmalarda AB’nin iktisadî zayıflık ve bir politik kriz içerisinde olduğu ve bu meydan okumaları sırtlanabilmek ve AB’nin rekabet yetisini güçlendirebilmek için daha güçlü uğraşların ve iç reformların gerekli olduğu vurgulanacaktır. Ondan sonra da bu amaçla hem AB’nin »Avrupaî Sosyal Devlet Modeli«nin korunması için daha fazla liberalleştirme ve daha fazla esnekleşme çağrısı yapılacak, hem de bu modeli dünya çapında yaygınlaştırmak için iktisadî ve askerî gücün geliştirilmesi önerilecektir.
Bu yaklaşımlar yeni ve ekonomik, sosyal ve politik açıdan bütünüyle kabul edilebilir değildirler. Bu yaklaşımlar AB’nde 1980li yılların ortasından itibaren başlayan ve Birliği giderek rekabetin bir alanı haline dönüştüren, toplumsal eşitsizliği sertleştiren ve politik saldırganlığı artıran derin ve yıkıcı değişimleri dikkate almamakta, hatta gizlemeye çalışmaktadırlar. Bu değişimler hem AB içerisinde, hem de AB’nin dünyadaki pozisyonu çerçevesinde hâlen devam etmektedirler.
AET, iç yapılanması açısından, kuruluşunda, 1930lu yılların başlarındaki derin krizden öğrenmeleri gerekeni öğrenmiş olan »karma iktisadî sistemlerin« (mixed economies) bir birliğiydi: İlerici bir iktisadî ve toplumsal gelişme için bütünsel iktisadî ve yapısal müdahaleler gereklidir; ortak pazardaki rekabetin ortak kurllara ve iktisat politikalarına gereksinimi vardır ve her toplumda ilerlemeye sadece güçlü bir kamusal sektör temelinde ulaşılabilir. Çeşitli ülkelerde farklı biçimlerde uygulamaya sokulan bu öğretiler, - tartışmasız olmasalar da AET’nun ortak temeliydiler ve 1950li ve 1960lı yıllarda, o zamana kadar görülmemiş iktisadî bir dinamiğin tabanını oluşturmaktaydılar. Ancak 1970li yılların ortalarından itibaren bu deneyimler önce adım adım, sonraları hızla geriye itildiler ve yerlerine iktisadî (ve büyük çapta toplumsal) yaşamın her alanında rekabet hedefi yerleştirildi. Bunun sonucunda da bütünsel iktisadî politika, fiyat istikrarının ve kamu bütçelerinin denkleştirilmesinin sağlanması ile sınırlı hale getirildi. Rekabet için kuralların birbirine uyumlandırılması yerine, sosyal güvenlik, çalışma güvenliği ve çevre koruma da dahil olmak üzere kuralların birbiri ile rekabeti konuldu. Bu karşıt reform stratejisi, iktisadî kârlılığın ve sermayenin politik gücünü artırmak açısından başarılı oldu.
Ancak aynı zamanda da son derece yıkıcı etkileri oldu: Makro ekonomik köktencilik ve aşağıdan yukarıya dağılım sonucunda ekonomik büyüme aşırı derecede frenlendi. Bu da AB üyesi ülkelerin çoğunda kitlesel işsizliğe ve sosyal birlikteliğin çözülmesine yol açtı.
AB’nin dışarıya olan ilişkilerinde de benzer bir değişim yaşanmaktadır. Topluluk başlangıçta Bretton-Woods-Sistemi çerçevesindeki sıkı işbirliği, sabit döviz kurları ve genel olarak kabul gören sermaye akımlarının kontorlü temelindeki hegemonyal olsa da dünya çapında olan bir kooperatifsel çevre içerisine oturtulmuştu. Bu sistem savaş sonrası dönemin »Altın Yılları«nın dünya çapındaki çatısıydı. 1970li yıllarda bu kooperatifsel çerçeve ABD’nden başlayarak ve Almanya Federal Cumhuriyeti AFC’nin aktif desteğiyle yıkıldı ve yerine esnek kurlu engelsiz uluslararası rekabetin ve sermaye trafiğinin adım adım liberalleştirilmesi oturtuldu. Dünya çapındaki serbest ticaretin aracı larak düşünülen DTÖ, sanayi ülkelerinin gelişmekte olan ülkelere karşı tek taraflı pozisyonları nedeniyle başarısız oldu. Şu anda ise, AFC’nin uzun zamandır takip edilen her ne kadar iki Almanya’nın birleşme süreci kargaşası içerisinde aksamış olsa da ve ikili ticarî antlaşmalara ve etki alanlarının oluşturulmasına dayanan neomerkantilistik pozisyonu, AB’nin pozisyonu haline getirilmiş olarak görülmekte. Bu iktisadî blokun artan militarist hırsla bağlantılı hale getirilmesi, tehlikeli bir boyut almıştır. Savaş sonrası dönemde Avrupa’nın bütünleşmesi, insanların Avrupa topraklarında militarist maceraların başlamasını ebediyen engelleme arzusu ile bağlantılı olarak görülüyordu. Şimdi ise AB yeni militarist maceralara kalkışmakta ve gelecekte de bu yolda devam edebilmek için askerî potansiyellerini artırmaktadır.
Bu yıkıcı ve polarize edici durumun arka planından bakıldığında, AB’nin son genişleme adımını ki büyük önemi olan tarihsel bir olaydır neredeyse tüm katılımcıların kuşkuyla izlemeleri şaşırtıcı olmuyor. Yoksul ülkelerin zengin bir bloka eklemlenmeleri bir fırsat ve ilerleme olarak görülebilir. Ancak somut koşullar altında bu durum, makul ekonomik ve politik destek verilmeksizin, güçlülerin zayıflar üzerinde baskı oluşturmalarını beraberinde getirmektedir. Yeni üye ülkeler ortalama gelire yaklaşsalar da şimdiden kutuplaşmanın artacağı bellidir.
AB’nin bir neoliberal bölgeye dönüştürülmesinin böylesine ilerlediği ve topluluğun giderek bir Avrupaî neomerkantilistik iktisadî bloka dönüştüğü bir durumda Almanya 2007’nin ilk yarısı için Dönem Başkanlığını üstlenmektedir. AB Komisyonu daha şimdiden Alman hükümetinin programını alkışlıyor. Bu program iki bölümden oluşmakta:
- Piyasaların bütünüyle açılmasının devam ettirilmesi ve sonuçlandırılması,
- Avrupa Anayasası’nın yeniden AB’nin gündemine oturtulması ve 2008’de Fransa’nın Dönem Başkanlığı altında kabul edilmesinin hazırlanması.
Bu ajanda kamuoyunun direnişine karşı müthiş bir kibirlilik ve kamuoyunda ifade edilen eleştirilerin kaale alınmaması anlamına gelmektedir. Sosyal hareketler tarafından (özellikle hizmetler alanında olmak üzere) piyasaların daha fazla liberalleştirilmesine, sosyal standartların yok edilmesine ve düzenlemesiz rekabet tarafından yol açılan aşağıya doğru yarışa karşı ciddî itirazlar ifade edilmektedir. Buna karşın gerek Alman hükümeti, gerekse de Komisyon bu rotaya devam etmekte kararlı görünüyorlar. Aynı tavır anayasa konusunda da gösterilmekte. Anayasa taslağı, neoliberal iktisat programatiğini anayasal statüye getireceğinden, Fransa ve Hollanda’da yapılan halkoylamalarında reddedilmişti. Ardından ortaya çıkan zorunlu »mola« çerçevesinde ne Komisyon, ne de Dönem Başkanlıkları bu reddedişi analiz edip, daha sosyal bir Avrupa için iyileştirilmiş bir taslak hazırlamadılar. Görüldüğü kadarıyla temel çizgisi değişmeyen bir metni, bu sefer bütün üye ülkelerin kabul edeceği umuduyla yeniden onaylatmak istiyorlar.
EuroMemorandum Özeti
AB’ndeki ekonomik ve sosyal gelişmeler günümüzde güvensizliğin aşırı derece artmasıyla kendilerini karakterize etmektedirler. 2006 yılında gerçekleşen ufak çapta ekonomik büyüme ile işsizlerin sayısının artması nispen durdurulmuştur. Ancak işsizlik hâlen kabul edilemeycek bir yüksek seviyededir. Aynı zamanda çalışma koşulları çok daha güvencesizleşmiş ve yoksulluk hem işsizler, hem de çalışanlar arasında artmıştır. AB’ndeki »Working Poor«ların sayısı 14 milyondur. Ancak diğer tarafta şirket kârları patlama yapmış ve AB’ndeki milyonerlerin sayısı sürekli artmıştır. Dünyanın en zengin bölgelerinden olan Avrupa’da çocuklar (%20) ve yaşlılar (%18) arasındaki yoksulluk oranının artmış olması bir skandaldır. Yeni üye olan ülkelerdeki üretim ve üretkenliğin büyümesi son derece dinamik olmasına rağmen, bu ülkelerdeki sosyal durumda bir düzelme kaydedilmemiştir. Bu ülkelerin randıman bilançosu açıkları, Birliğin iktisadî bütünlüğünü tehdit eden önemli ölçüde dengesizliklerin varlığına işaret etmektedir.
Ufukta iyi bir gelişme görünmemekte. Dünya çapındaki iktisadî büyüme, gelecekte artık ABD’nin olağanüstü yayılması ile hızlandırılamayacaktır. Dünya iktisadî dinamiğinin bu gerçek sonucunda söz konusu olan yavaşlaması AB’ni, birliği iktisat politikalası çabalarını önemli ölçüde dünyadaki pozisyonunu güçlendirmeye yoğunlaştırması ve bu çabaların Avrupa içi gelirler ve iç talebin gerilemesine yol açmaları nedeniyle, son derece olumsuz etkileyecektir. Yabancı pazarlar dinamiklerinde kayba uğradıklarında, yurt içi talebinin en azından kısa vadede bu boşalan yere geçmesi, fazlaca zayıf olduğundan, olanaklı değildir. Bunun da doğrudan sonucu işsizliği artması ve yoksulluğun genişlemesidir. Bir diğer güvensizlik faktörü de, malî piyasalardaki gelişmedir. Hisse senedi ticaretinin hacmi, 1990lı yılların sonundaki seviyeyi çoktan aşmıştır. Hedge-Fonları’nın sayısı ve bunların varlıkları 2000 yılından bu yana ikiye katlanmıştır. Ve hülasa cirosu 2005’de, 2000 yılına nazaran üç kat daha yükselmiştir. Hatta IMF ve BIS gibi malî kurumlar dahi küresel finans sisteminden yeniden artan istikrarsızlık tehditinden rahatsız olmaktadırlar.
Böylesine güvencesiz ve belirsiz bir çerçevede iktisat politikası önünde, istikrarlı bir iktisadî ve sosyal gelişme, ekolojik sürdürülebilirlik ve dünya çapında dayanışma için güvenilir bir çerçeve oluşturma görevi durmaktadır. Bu görev ne AB tarafından, ne de bir kaç istisna dışında üye devletler tarafından üstlenilmektedir. Tam tersine:
- bütünsel iktisat politikası, gerek ulusal gerekse de Avrupa düzeyinde kendi kendine konulan parasal ve vergisel kısıtlamalardan oluşan bir çerçevede donmuştur;
- AB Komisyonu ve Konsey, Avrupa kamuoyundaki sert eleştirlere ve geniş muhalefete rağmen, mutlak piyasa radikalizmine dayanan bir Hizmetler Yönergesini uygulamaya sokmaktadırlar;
- AB, fosil enerji taşıyıcılarının güvensiz geleceğine rağmen, bütün olanaklarıyla yeni enerji kaynaklarının yaratılmasını ve enerji tasarrufunu teşvik etmek yerine, nükleer enerjiye oynamakta ve petrol kaynaklarına ulaşımı güvenceye almak için askerî araçların kullanılmasını düşünmektedir;
- Avrupa’nın genişleyen yoksulluğa ve güvensizliğe verdiği yanıt, salt bilgi toplanması ve istatistiklerin yayınlanmasında kalmaktadır. Ne etkin tedbirler uygulanmakta, ne de yoksulluğa karşı mücadelede gerekli olan malî kaynaklar ayrılmaktadır;
- AB tarihinde ilk kez Avrupa çapında var olan ender emek koruyucu düzenlemelerden birisine saldırılmıştır: AB esnekliği artırmak istemekte ve Avrupa Yüksek Mahkemesi’nin aldığı karara aykırı olarak, doktorların »hazır ol görevini« iş saati dışında tutmayı denemiştir;
- AB, malî piyasalar politikasında, örneğin konut yapımı finansmanında olduğu gibi tüketicilerin aleyhine olacak şekilde sadece piyasaların açılmasıyla uğraşmaktadır;
- AB, Dünya Ticaret Örgütü görüşmelerinde ve bunların başarısızlıkla sonuçlanmalarının ardından ikili görüşmelerde, partnerlerinin son derece aleyhine olan ve AB’ne de yaramayan saldırgan neomerkantilistik ticaret politikasını kullanmaktadır.
Açık bir şekilde görülen AB’nin ve Avrupa’nın sermaye özgürlüğünün ve sosyal budanımın neoliberal bölgesine dönüştürülmesi adımlarına karşı alternatifler vardır. Bunlar hem ivedi tedbirleri, hem de ileri kurumsal reformları içermektedirler. Bunların temelini ve özünü, demokratik saydamlığın geliştirilmesi, kamuya açık tartışmanın ve iktisat politikası kararlarına toplumun her alanında katılım olanaklarının artırılması oluşturmaktadır. Bu bağlamda aşağıdaki alternatifleri önermekteyiz:
- bütünsel iktisat politikasının, üye ülkeleri ve AB’ni tam istihdama, sosyal yardım ve adalete, ekolojik sürdürülebilirliğe ve barışçıl uluslararası iktisat ilişkilerine üst hedefler olarak yükümlü kılacak bir yeni yönelimi;
- politikayı keyfî konulan açık bütçe sınırları veya tek taraflı öncelikler içerisine kısıtlayan değil, aksine yaygınlaşmacı para ve vergi politikaları için alan yaratan ve ilgili politik adımlar için araçları ve kaynakları sunan bir bütünsel iktisadî çerçeve. Geniş kamusal yatırım programları, vergi rekabetinin bitirilmesi, daha yüksek bir AB bütçesi ve demokatik ve yetkin finansman metodları bunun arasındadır;
- çalışma süresi yönergesinin ilerlemeci bir reformu yönüne dönüş; haftalık çalışma sürelerinin kısaltılması, parttime çalışmada sosyal güvence ve istisna olanaklarının kaldırılması;
- yenilenebilen enerji kaynaklarının teşviki, enerji etkinliğinin artırılması ve enerji tasarrufunun, hem özelde hem de sanayide geniş desteklenmesi. Bunlar, ekolojik sürdürülebilirliğe önemli ölçüde katkıda bulunacaklarından, eneji politikasın en yüksek önceliğe sahip olmalıdırlar;
- malî piyasalar politikalarının esaslı bir yön değişimi: salt düşük giderleri, artan hızı ve hissedarların korunmasını hedefleyen yönelimden ayrılarak, malî piyasaların malî spekülasyonların kısıtlanması, tüketici korumasının artırılarak sosyal bağlantının güçlendirilmesi ve küçük şirketler ile zayıf toplumsal gruplara yönelik özel finansman olanakları ile sistemsel istikrarının sağlanması;
- ticaret ve gelişme politikasının, barışçıl, adil ve eşit ticarî ilişkileri hedefleyen, uluslararası planda çalışma ve çevre koruma standartlarının korunmasında ısrar eden ve daha az gelişmiş ülkelere öncelikli ve gelişmeyi destekleyici muamele gösteren reformu.